Murat Ülker’den Sarsıcı Sorular: Gerçek mi, Aldanma mı? Hangi Taraf Desin!

Murat Ülker, kişisel blogunda "İnanmak kolay, düşünmekse zahmetlidir" sözüyle, "inanmak" kavramını psikoloji, sosyoloji ve inanç açısından ele aldı. "Gerçeğe mi yoksa aldanmaya mı daha yatkınız?" sorusunu gündeme getiren Ülker, bireysel zayıflıkların ötesinde toplumsal temizliğin önemini vurguladı.

Murat Ülker’den Sarsıcı Sorular: Gerçek mi, Aldanma mı? Hangi Taraf Desin!

Tanınmış iş adamı Murat Ülker, kişisel web sayfasında yayınladığı “Hangisine yatkınız? Gerçeğe mi, aldanmaya mı?” başlıklı yazısında inanç, sorgulama, toplumsal eğilimler ve bireysel düşünce arasındaki karmaşık bağları ele aldı. Psikoloji, sosyoloji, popülizm ve din gibi geniş bir açıdan yaklaşarak, modern dünyada inançlarımızın temel kaynağını sorguluyor.

Yazısında, “İnanmak kolaydır, düşünmek ise emek ister” diyen Ülker, insanların sorgulamadan inanmaya eğilimli olduklarını vurguluyor. “Gullibility” yani “saflık” kavramıyla başlayan Ülker, bireylerin çoğu zaman bilgiye değil, konfora, aidiyete ve içgörülerine dayalı olarak inandıklarını belirtiyor.

“İnsanın ilk tepkisi inanmaktır,” ifadesini kullanan Ülker, Nobel ödüllü psikolog Daniel Kahneman’ın “Sistem 1” kavramından bahsederek, hızlı ve yüzeysel düşünmenin insan davranışlarını nasıl etkilediğine değiniyor. Ayrıca Daniel Gilbert’in çalışmaları üzerinden zihnimizin bir önerme ile ilk karşılaştığında onu “doğruymuş gibi” algıladığını ifade ediyor:

“Doğru olmama olasılığını sorgulamak ise sonraki bilişsel süreçtir. İlk tepki şüphe değil, kabul etmektir.”

basliksiz-5-001.jpg

İNANIYOR MUSUNUZ, YOKSA AİT OLMAK İÇİN Mİ?

Ülker, makalede inançların yalnızca bireysel seçimler değil, aynı zamanda sosyal aidiyet göstergeleri olduğunu vurguluyor. The New Yorker’da yayınlanan Manvir Singh’in yazısından alıntı yaparak, insanların belirli inançları bilgi üretmek için değil, sosyal bağlantı kurmak için benimsediğini ifade ediyor. Bu çerçevede “sembolik inançlar” kavramını ön plana çıkarıyor:

“Birisi ‘evet, dünya düzdür’ dediğinde, asıl amacı fiziksel gerçekliği tartışmak değil, ‘ben sizin yanınızdayım’ mesajını vermektir.”

Bu tür inançların gerçeklik arayışından ziyade, kimlik oluşturma ve grup aidiyetini güçlendirme işlevine sahip olduğunu belirten Ülker, bunun yalnızca dini veya kültürel bir olgu olmadığını, aynı zamanda politik bir durum olduğunu da vurguluyor. Komplo teorilerine inanmanın da bu bağlamda ele alınması gerektiğini belirtiyor:

“Bir kişinin bir komplo teorisine inanması, onu bilimsel olarak test edilmiş bir bilgi gibi algılaması anlamına gelmez. O, bir öfkenin, dışlanmışlık hissinin ya da toplumsal aidiyetin bir ifadesi olabilir.”

AHMAKLIK BİR BİREYSEL DÜŞÜNCE DEĞİL, TOPLUMSAL BİR SAVUNMA MEKANİZMASI

Toplumsal yapıların inançlar üzerindeki etkisini araştıran Ülker, Sinan Alper ve ekibi tarafından gerçekleştirilen bir çalışmaya değinerek, yolsuzluğun yaygın olduğu bölgelerde komplo teorilerine inanmanın daha yaygın hale geldiğini aktarıyor. Bu durumun bireysel bir eksiklikten ziyade, kolektif bir adaptasyon süreci olduğunu ifade eden Ülker, şöyle yazıyor:

“Gerçeği görebilmek için yalnızca göz yeterli değildir; ışığa da gereksinim duyulur. Bazı toplumlarda o ışık sistematik bir şekilde karartılmaktadır.”

Hakikatin peşinde miyiz, yoksa gerçekliğin anlamlandırılmasında mı?

Yazının ilerleyen bölümlerinde daha kişisel bir bakış açısına yönelen Ülker, inancın rasyonel değil, çoğu zaman içgüdüsel ve duygusal bir tercih olduğunu belirtiyor. İnançların gerçeği değil, anlamı önceliklendirdiği üzerine yorumda bulunuyor:

“Gerçek, yalnızca katlanılabilir olduğunda kabullenilir; yoksa anlam, gerçeğin yerini alabilir.”

Bu noktada inancın sadece bireysel bir bilişsel süreç değil, sosyal bir varoluş biçimi olduğunu belirten Ülker, kendi inancına da açıkça yer veriyor:

“Ben, Muhammed Emin’e (sav) inandım. O en güvenilir insandı. Tüm yakınlarını bir yemeğe davet ettiğinde ve ‘Şu tepenin arkasında düşman ordusu var deseydim, bana inanır mıydınız?’ dediğinde, yakınları ‘Hiç kuşku duymadan inanırız, çünkü sen eminsin, en güvenilirsin’ dediler.”

Ancak Ülker burada da toplumun konfor ve ayrıcalıklarından vazgeçmeme eğilimlerini eleştiriyor ve inanç ile teslimiyet arasındaki farkı vurguluyor:

“O (sav), Mekke'ye döndüğünde artık herkes iman etmişti. Ancak gerçekte Müslüman olmuşlardı, yani teslim olmuşlardı. İman, kalpten kaynaklanan bir şeydir. Onu yalnızca ALLAH (cc) bilir ve değerlendirir.”

“SEÇİM SİZİN”

Tarih boyunca toplulukların muktedirler tarafından nasıl yönlendirildiğini, naiflikle nasıl yönetildiklerini birçok örnekle anlatan Ülker, bu manipülasyonun bireysel zayıflıklarla sınırlı kalmadığını, aynı zamanda sistematik bir yapı içinde gerçekleştiğini hatırlatıyor. Roma’dan Antik Mısır’a, günümüz popülist politikalarına ve medya manipülasyonuna kadar çeşitli örnekler sunarak yazısını şu şekilde noktalıyor:

“Günümüzde nerede duruyorsunuz, bu tamamen sizin kararınıza bağlı.”